"Düşmez Kalkmaz Bir Allah, yavrucum!" derdi rahmetli annem, asi, ergen tavırlarıma katlanamadığında. Haklıymış...
Bu yıl sekizincisi düzenlenen İznik Ultramaratonu' nda hedef olarak 57 km lik parkuru seçmiştim. Genellikle kış aylarını antrenman verimliliği olarak iyi geçirdiğimden baharın başlangıcı olan bu yarışta hedefim iki sene önce Üsküp Yarı Maraton 'undan daha iyi bir sürede bitirebilmek, yani kendimi geçebilmekti.
İş ve ev hayatının arasında antrenman çizelgeme çok sadık kalamadım, ancak en azından hafta sonu uzunlarını düzgünce yapmış ve dayanıklılık seviyemi yükseltmiştim. Yani kesin, sanırım, galiba...
Yarışa iki hafta kala hava tahminleri takibine başlamıştım. Beraber koştuğum antrenman arkadaşlarımla da ortak fikrimiz bu sene yarışın hava şartları bakımından çok zorlu olacağı idi. Öyle de oldu.
20 Nisan sabahı 10:30 da gülümseyen bir güneş altında start verildi. Güneşi görmenin neşesiyle start oldukça coşkuluydu. Güneş meğer birazdan olacaklar için gülüyormuş bize.
Başlangıç kısmındaki single track dediğimiz ağaç aralarındaki dar yollarda kuyruğa kalmamak için hızlı bir çıkış yaptım. Ultramaraton dediğin şey sadece bacakları öteleme hareketinden ibaret değil. Strateji de gerekiyor. Zeytinliklerin arasından hafif çamurlu kayan arazilerde genellikle kaymayacak yerlere adım atmaya çalışarak ilerliyorduk. İlk kontrol noktası Müşküle köyüne gelmek için bol çıkışlı bir 10 km vardı önümüzde. Bu anlamda enerjimi korumak için hızlanmadan çıkışlara girdim. İşte tam da bu noktada gökyüzü göz kırpmalara başladı. Yağmur çiseledi sonra da sağanağa döndü. Durmadan yağmurluğumu giydim. Yağmur arttı ve oldukça ıslandık. Tek derdimiz yağmur değildi. Hatta şahsen ben yağmurda koşmaktan oldukça keyif alırım. Sorun; yerler ağırlaşmış, önden giden koşucuların ayak izleriyle ultra kaygan bir zemin olmuştu. Balçıkla kaplanmış ayaklarda en az 1 er kilo çamurla koşuyordum. Böyle kalsa iyiydi. İlk kontrol noktasından ikinci kontrol noktası Süleymaniye' ye gelme etabı esas zorlu kısımdı. Çünkü sis arttı ve kar başladı. Kar, tipiye sonra da önümüzü göremediğimiz ve adını bilemediğim başka şeylere dönüştü.
İlk 20 km içinde toplamda 3 kere düştüm. Ayakkabım arazi ayakkabısı olmasına rağmen yanlış seçimdi. Çamura özel ayakkabılarımı giymemek pişmanlıklarım listesinde ilk sırayı aldı.
Kısa tayt ve dize kadar olan kompres çorabımdan açıkta kalan diz üstlerim kıpkırmızı oldu. Uzun tayt giymemek de pişmanlıklar listemde ikinci sıradadır.
Baton almamak da "keşkeler" listesinde üçüncü sırada. O zeminde baton ile çok daha stabil koşabileceğime eminim.
Koşarken saatimden yanlış görmediysem hava 1 derece idi bu kısımda. Koştuğum için üşüdüm diyemem, bunun yanında üstümdeki yağmurluğa buradan teşekkürü bir borç bilirim. Saçlarımı topladığım ve de yağmurda koşacağım için şapka takma kararımdan ötürü de kendimi tebrik ediyorum. Kafam, yüzüm, gözüm hava şartlarından etkilenmedi. Açıkta kalan kulaklarımın imdadına yetişen de, parkurda güvenli olduğunu bildiğim noktalarda müzik dinlemek amaçlı aldığım bluetooth kulaklıklarım oldu. Bunlar da iyi ki dediklerim.
Derbent yani 3. kontrol noktasında durmadım. Beslenerek gitmiştim ve su ihtiyacım da yoktu. Durmak beni gereksiz oyalayacaktı. Çünkü hedef sürenin çok gerisindeydim. Belki 5-10 dakika kazanabilirdim. Ancak bu etaba kadar çamur, balçık ve bataklıkla o kadar mücadele ettim ki, yarışın kalan yarısında bacaklarımda o güvendiğim gücü bulamayacaktım. Tam performansta koşamasam da yine de parkurda en rahat ettiğim yerler buralardı. Yıllardır koşunun yanında kuvvet antrenmanlarına çok önem vermeme karşın ilk defa bir yarış içinde dizimde, bileğimde, kalf kaslarımda ve belimde ağrılar hissettim. Kısaca parkur çok yıpratıcıydı. Son kontrol noktasında bir tane yaprak sarma ve yarım bardak kolayı aldım ve kalan düzlükte 5 km yürü-koş ile bitiş çizgisine girdim.
Yarış süresince ne yediğimi tek tek paylaşmak istemiyorum. Beslenme konusu çok kişisel çünkü. Beni iyi hissettiren bir başkasının midesine dokunabilir. O bakımdan uzun antrenmanlara çıkarken, jel, karbonhidrat bar, izotonik, tuz tableti gibi varyasyonları tecrübe edin derim. Bana kalırsa enerjisiz kalacağım derken beslenmeyi abartmamak da gerekiyor. Dopdolu bir mide de sizi çok verimli koşturmayacaktır.
Birkaç not: İznik Ultramaratonu 55 Kilometre ve diğer tüm parkurlarda start almak bile büyük cesaret diye düşünüyorum. Bu bağlamda tüm katılımcıları cesaretlerinden ötürü tebrik ediyorum.
Suyumuzu dolduran gönüllülere, Çamdibi köyünde yaprak sarma sunan ablaya, parkur içinde "hadi Esra iyi gidiyorsun" diye bağıran dostlara selam olsun. Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Sonuç olarak bu hava şartlarıyla 6 saat 45 dakikada bitiririm dediğim bu yarışı hava muhalefeti ile 8 saat 17 dakikada bitirdim. Kategorimde 1. olarak bitirmekten çok, bana üç ultramaraton tecrübesi katan bu yarışı bitirebilmenin mutluluğu içindeyim. O zemin ve hava şartları ve onca düşme kalkma içeren bir yarış kolay kolay denk gelmezdi.
Koşu hayatımda bana destek olan canım kızıma, eşime, iş arkadaşlarıma, sponsorum Tecno Mobile Türkiye' ye ve Grid Group aileme çok teşekkür ediyorum.
Beraber antrenman yaptığım Aydos Zirvedekiler grubu dostlarım, hepsine motivasyonlarından dolayı minnettarım.
Yeni hedefler mi? Onlar da çok yakında...
“Düşmez Kalkmaz Bir Allah, yavrucum!” derdi rahmetli annem, asi, ergen tavırlarıma katlanamadığında. Haklıymış…
Bu yıl sekizincisi düzenlenen İznik Ultramaratonu’ nda hedef olarak 57 km lik parkuru seçmiştim. Genellikle kış aylarını antrenman verimliliği olarak iyi geçirdiğimden baharın başlangıcı olan bu yarışta hedefim iki sene önce Üsküp Yarı Maraton ‘undan daha iyi bir sürede bitirebilmek, yani kendimi geçebilmekti.
İş ve ev hayatının arasında antrenman çizelgeme çok sadık kalamadım, ancak en azından hafta sonu uzunlarını düzgünce yapmış ve dayanıklılık seviyemi yükseltmiştim. Yani kesin, sanırım, galiba…
Yarışa iki hafta kala hava tahminleri takibine başlamıştım. Beraber koştuğum antrenman arkadaşlarımla da ortak fikrimiz bu sene yarışın hava şartları bakımından çok zorlu olacağı idi. Öyle de oldu.
20 Nisan sabahı 10:30 da gülümseyen bir güneş altında start verildi. Güneşi görmenin neşesiyle start oldukça coşkuluydu. Güneş meğer birazdan olacaklar için gülüyormuş bize.
Başlangıç kısmındaki single track dediğimiz ağaç aralarındaki dar yollarda kuyruğa kalmamak için hızlı bir çıkış yaptım. Ultramaraton dediğin şey sadece bacakları öteleme hareketinden ibaret değil. Strateji de gerekiyor. Zeytinliklerin arasından hafif çamurlu kayan arazilerde genellikle kaymayacak yerlere adım atmaya çalışarak ilerliyorduk. İlk kontrol noktası Müşküle köyüne gelmek için bol çıkışlı bir 10 km vardı önümüzde. Bu anlamda enerjimi korumak için hızlanmadan çıkışlara girdim. İşte tam da bu noktada gökyüzü göz kırpmalara başladı. Yağmur çiseledi sonra da sağanağa döndü. Durmadan yağmurluğumu giydim. Yağmur arttı ve oldukça ıslandık. Tek derdimiz yağmur değildi. Hatta şahsen ben yağmurda koşmaktan oldukça keyif alırım. Sorun; yerler ağırlaşmış, önden giden koşucuların ayak izleriyle ultra kaygan bir zemin olmuştu. Balçıkla kaplanmış ayaklarda en az 1 er kilo çamurla koşuyordum. Böyle kalsa iyiydi. İlk kontrol noktasından ikinci kontrol noktası Süleymaniye’ ye gelme etabı esas zorlu kısımdı. Çünkü sis arttı ve kar başladı. Kar, tipiye sonra da önümüzü göremediğimiz ve adını bilemediğim başka şeylere dönüştü.
İlk 20 km içinde toplamda 3 kere düştüm. Ayakkabım arazi ayakkabısı olmasına rağmen yanlış seçimdi. Çamura özel ayakkabılarımı giymemek pişmanlıklarım listesinde ilk sırayı aldı.
Kısa tayt ve dize kadar olan kompres çorabımdan açıkta kalan diz üstlerim kıpkırmızı oldu. Uzun tayt giymemek de pişmanlıklar listemde ikinci sıradadır.
Baton almamak da “keşkeler” listesinde üçüncü sırada. O zeminde baton ile çok daha stabil koşabileceğime eminim.
Koşarken saatimden yanlış görmediysem hava 1 derece idi bu kısımda. Koştuğum için üşüdüm diyemem, bunun yanında üstümdeki yağmurluğa buradan teşekkürü bir borç bilirim. Saçlarımı topladığım ve de yağmurda koşacağım için şapka takma kararımdan ötürü de kendimi tebrik ediyorum. Kafam, yüzüm, gözüm hava şartlarından etkilenmedi. Açıkta kalan kulaklarımın imdadına yetişen de, parkurda güvenli olduğunu bildiğim noktalarda müzik dinlemek amaçlı aldığım bluetooth kulaklıklarım oldu. Bunlar da iyi ki dediklerim.
Derbent yani 3. kontrol noktasında durmadım. Beslenerek gitmiştim ve su ihtiyacım da yoktu. Durmak beni gereksiz oyalayacaktı. Çünkü hedef sürenin çok gerisindeydim. Belki 5-10 dakika kazanabilirdim. Ancak bu etaba kadar çamur, balçık ve bataklıkla o kadar mücadele ettim ki, yarışın kalan yarısında bacaklarımda o güvendiğim gücü bulamayacaktım. Tam performansta koşamasam da yine de parkurda en rahat ettiğim yerler buralardı. Yıllardır koşunun yanında kuvvet antrenmanlarına çok önem vermeme karşın ilk defa bir yarış içinde dizimde, bileğimde, kalf kaslarımda ve belimde ağrılar hissettim. Kısaca parkur çok yıpratıcıydı. Son kontrol noktasında bir tane yaprak sarma ve yarım bardak kolayı aldım ve kalan düzlükte 5 km yürü-koş ile bitiş çizgisine girdim.
Yarış süresince ne yediğimi tek tek paylaşmak istemiyorum. Beslenme konusu çok kişisel çünkü. Beni iyi hissettiren bir başkasının midesine dokunabilir. O bakımdan uzun antrenmanlara çıkarken, jel, karbonhidrat bar, izotonik, tuz tableti gibi varyasyonları tecrübe edin derim. Bana kalırsa enerjisiz kalacağım derken beslenmeyi abartmamak da gerekiyor. Dopdolu bir mide de sizi çok verimli koşturmayacaktır.
Birkaç not: İznik Ultramaratonu 55 Kilometre ve diğer tüm parkurlarda start almak bile büyük cesaret diye düşünüyorum. Bu bağlamda tüm katılımcıları cesaretlerinden ötürü tebrik ediyorum.
Suyumuzu dolduran gönüllülere, Çamdibi köyünde yaprak sarma sunan ablaya, parkur içinde “hadi Esra iyi gidiyorsun” diye bağıran dostlara selam olsun. Emeğinize, yüreğinize sağlık.
Sonuç olarak bu hava şartlarıyla 6 saat 45 dakikada bitiririm dediğim bu yarışı hava muhalefeti ile 8 saat 17 dakikada bitirdim. Kategorimde 1. olarak bitirmekten çok, bana üç ultramaraton tecrübesi katan bu yarışı bitirebilmenin mutluluğu içindeyim. O zemin ve hava şartları ve onca düşme kalkma içeren bir yarış kolay kolay denk gelmezdi.
Koşu hayatımda bana destek olan canım kızıma, eşime, iş arkadaşlarıma, sponsorum Tecno Mobile Türkiye’ ye ve Grid Group aileme çok teşekkür ediyorum.
Beraber antrenman yaptığım Aydos Zirvedekiler grubu dostlarım, hepsine motivasyonlarından dolayı minnettarım.
Yeni hedefler mi? Onlar da çok yakında…